Islak, kurşuni ve boğucu bir hava vardı bu akşam. Serkan, sıkışık trafikte yol almaya
çalışıyordu. Annesine sakinleştirici verip arka koltuğa uzatmışlardı. Derin ablası bir ara dönüp
annesine baktı, uyuyordu.” Kolay değil, babasını kaybetti,” dedi. Serkan “Dedem mi istemişti
köyü?” dedi. Derin, “Evet, bilirsin köy için deli olur bunlar,” diye cevap verdi.
Köye vardıklarında akrabalar onları bekliyorlardı. Babası ve dayısı cenaze aracı ile
geleceklerdi Birazdan cenaze arabası da göründü. Kalabalıktan bir uğultu yükseldi. Kadınların
ağlama sesleri arasında erkekler tabutu indirdiler. Her şey bir anda olup bitivermişti.
Mezarlığa nasıl gidildi? Cenaze nasıl gömüldü? Anlayamadı Serkan.
Eve döndüklerinde Serkan annesinin yanına oturdu, “Anne, yeter artık!” dedi. Annesi
gözyaşlarını sildi.
“Başınız sağ olsun” sesiyle irkildi Serkan. Kafasını kaldırdı. Zeytin karası bir çift göz ile
karşılaştı. Kendine doğru uzanan eli tuttu. Bir kadından beklenmeyecek kadar güçlü ve
sıkıydı. “Ben Dönüş Nine’nin torunu Zeytin” dedi. Serkan, elektrik çarpmış gibi titredi.
Annesi “Zeytin, kızııım!” diye ayağa kalktı. Kucaklaştılar. “Ninem gelemedi, ben sizi
götürmeye geldim,” dedi Zeytin. Bu arada Derin girdi içeri, “Zeytin!” “Derin Abla!” diye
karşılıklı bağrışıp kucaklaştılar. “Dönüş Nine bizi çağırmış,” dedi anneleri. “Gidin, birazdan
ben de gelirim,”dedi Derin.
Üçü birlikte evden çıktılar. İki tarafa sıralanmış ağaçlı yoldan geçip, bahçesi tahta çitlerle
çevrili eve doğru yürüdüler. Serkan, annesi ile kol kola yürüyen genç kızı izliyordu. “Benden
başka herkes tanıyor,” diye düşündü. Kot pantolonunun üzerine sarkmış gül kurusu bir tişört,
ense hizasında kısa kesilmiş saçlar, dolunay kadar parlak ve siyah gözler. Köyde şu ana kadar
gördüğü en güzel şeydi.
Çitleri geçip bahçeye girdiler. Beyaz badanalı şirin bir taş evin önündeki kamelyaya doğru
yürüdüler. Hanımeli ve güllerin sarmaladığı bahçeden hoş kokular yayılıyordu etrafa. Az
ilerde yanan semaverden ince bir duman yükseliyordu. Kamelyanın içinde, seyrek beyaz
saçları siyah yazmasının altından sarkan, atmaca bakışlı bir kadın oturuyordu.

Yaşlı kadın, “Selma sen misin?” dedi.” Benim,” diye yanıtladı Selma Hanım ıslak gözlerle.
Kucaklaştılar. “Başınız sağ olsun. Oturun,” dedi kadın titrek sesiyle. Onlar otururken Zeytin
eve girdi.
“Baban iyi adamdı, toprağı bol olsun, ben gelemedim, dizlerim tutmuyor,” dedi yaşlı kadın
dizlerini ovuşturarak. “Üzülme, her insan geldiği yere döner. Topraktan geldik, toprağa
döneceğiz,” dedi uzaklara bakarak. Kamelyadakiler konuşurken Zeytin, elinde tepsiyle
belirdi, “Tereyağı, bal, kuşburnu pekmezi, katmer,” diyerek tepsiyi bıraktı. semaveri de getirip
masaya koydu, “Her şey doğal, buyurun,” diyerek çayları doldurdu.
Serkan, beynini kemiren merakına yenik düşerek “Siz burada mı yaşıyorsunuz?” diye sordu
Nineye. Dönüş Nine çayından bir yudum aldı, “Burada doğdum, burada öleceğim,” diye
kafasını salladı. “Rahmetli babam askerliğini yaptığı yeri, bin pınarlı dağdan akan suları ve
zeytin ağaçlarını çok sevmiş. Askerlik bitip eve döndüğü gün doğmuşum. Gelirken bir avuç
zeytin çekirdeği getirmiş. Elleriyle tek tek dikmiş. Ben büyümüşüm ama zeytinler
büyümemiş, Anlamış ki bu topraklarda zeytin olmaz. Yıllar geçince zeytin gözlü bir
torunumuz oldu. Bu topraklarda zeytin büyütemeyen babamın hayali yaşasın diye bu güzelin
adını Zeytin koyduk.”
Serkan hayretler içinde dinliyordu. Zeytin ‘e dönerek, “Sizde mi köyde yaşıyorsunuz?” diye
sordu. Zeytin gülümseyerek, “Evet, iki yıldır burada yaşıyorum. Aslında öğretmenim.
Atanamadım. Okulu bitireli beş yıl geçti. Her sınavda bir umutla bekledim ama olmadı. Özel
bir okulda çalıştım, bir sene sonra işten çıkardılar. İşten çıkarılınca Ninemi ziyarete gelmiştim.
Geliş o geliş,” dedi.
“Köyde sıkılmıyor musunuz?” dedi Serkan. Zeytin, “Sıkılacak zaman bulsam…” dedi
gülerek.
“Arıcılık yapıyorum. Evin arka tarafına arılar için akasya, iğde ve ıhlamur diktim. Onlara
bakıyorum,” derken yüzündeki mutluluk Serkan’ı hayrete düşürüyordu.
Sohbet devam ederken Derin geldi, “Zeytinciğim sana hayranım, bizim yapamadığımızı sen
yaptın,”dedi gülümseyerek. Zeytin, “Benimkisi biraz zorunluluk oldu Derin abla,
atanamayınca…” diye cevap verdi.
“Zor olmuyor mu bir kadın için?” diye sordu Derin. “Zor tabi, ama en zoru önyargıları
kırmak. Az mücadele etmedim, ama güçlendim artık,” derken pazularını gösterip
gülümsüyordu.

Serkan, “Tek başına nasıl yapıyor?” diye düşünüyordu o sırada. Mühendis olarak çalıştığı
fabrikayı aklına geldi. Bütün hayatı rutubetli ve küf kokulu makine dairesinde geçiyordu.
“Çürümüşüm orada,” diye mırıldandı. Cenaze evine dönerlerken aklı Zeytin’de kalmıştı.
Serkan köyde kaldığı günlerde bütün vaktini Zeytin ile geçirdi. Sabah erkenden arılığa
gidiyorlar, kovanları tek tek elden geçiriyorlar, daha sonra arka bahçedeki ağaçları suluyorlar,
kahvaltı yaptıktan sonra bahçedeki otları temizleyip domates, biber, salatalık topluyorlardı.
O akşam Zeytin sebze dolu kovayı Serkan’a uzatıp, “Köyde sıkılmıyor musun?” dedi
gülerek. Serkan yara bere içindeki ellerini ve kollarını göstererek, “Ne sıkılması yaralarım
bile iyileşmeye fırsat bulamıyor,” dedi gülüştüler.
Artık gitme vakti gelmişti. Sabah güneş doğmadan uyandılar. Evden apar topar çıktılar.
Babası Ali bey kapıyı kilitleyip anahtarı Serkan’a uzattı, “Nineme ver de gel,” dedi. Serkan
hızlı adımlarla ağaçlıklı yolu ve çitleri geçti. Kapıyı tıklattı. Birazdan kapı açıldı. Zeytin, arıcı
kıyafetleri ve elinde körükle çıktı. Serkan’ı görünce, “Gitme vakti mi?” diye sordu. “Evet”
dedi Serkan, “Anahtarı bırakmaya geldim,” Zeytin iri siyah gözleriyle gülümsedi. “Bir
mühendise ihtiyacım var, fazla maaş veremem, ama aç bırakmam,” dedi. “Anlaştık,” derken
Serkan uzattığı anahtarı hızla geri çekip cebine koydu. Bu sırada bir kaç saniliğine de olsa
elleri birbirine dokundu. “Kaç gün iznim var? diye sordu Serkan. “Haftaya bal sağımı
yapacağız, fazla vaktimiz yok,” dedi Zeytin, arılığa doğru çevik adımlarla yürüdü.
Serkan, hızla geri döndü. Arabayı çalıştırdı ve yola çıktılar. Akşam trafiğine kalmadan eve
geldiklerinde herkes yorgun argın bir yerlere uzandı. Serkan odasında uykuya dalmaya
hazırlanırken şu birkaç gün içinde olanlar hızlıca akıp geçti zihninden. Dedesinin ölümü yeni
bir yaşamın kapısını açmıştı ona.
Ertesi sabah istifasını vermiş, küçük bir bavulla tekrar arabasına atlayıp yola koyulmuştu bile.
Hiç olmadığı kadar özgür hissediyordu. Yapması gereken tek bir şey kalmıştı. Ablasını aradı.
“Günaydın,” dedi uykulu bir sesle ablası. Köye göçtüğünü söyledi, ablasını görmese de
seninden gülümsediğini anlıyordu, “Sen köye değil Zeytin’e gidiyorsun,” dedi ablası. Serkan
“Öyle,” dedi. “Dur bir dakika, bizimkilere ne diyeceğim?” diye sordu Derin. Serkan “Ablalar
zor günlerde belli olur canım,” diyerek telefonu kapattı. Elini cebine götürdü, anahtarına
dokundu. Kıvrılarak uzayıp giden yola baktı. Ufukta bir çift zeytin karası göz ona
gülümsüyordu. Radyoyu açtı. Şarkıya eşlik ederek yola devam etti. “Penceremin buğusuna
çizdim yüzünü, O kara gözlerin düştü, düştü aklıma…”