Öğretmen olmak! Baştan annesinin yönlendirmesi diye düşünerek için için
kızmıştı ona. Hatta mezun olduğu gün; “İsteğine kavuştun işte anne, sonunda
beni öğretmen yaptın!” demişti. Tek tesellisi öğreteceği konunun yabancı dil
olmasıydı. İngilizce, öğrenim yaşamı boyunca en çok sevdiği derslerden biri
olmuştu. Bunda öğretmenlerinin de etkisi çok büyüktü ama bir yabancı dili
öğrenirken dünyayı da öğrendiğini keşfetmekti esas cazip gelen. Bunda
babasının evde dinlediği lingofon ve kızına yaptığı özendirici anlatımların da
rolü vardı.
Eğitim enstitüsünü bitirip, sınıfa girdiği ilk gün, öğretmen olmakla yaşamındaki
en iyi şeyi yaptığını anlamıştı. Öğrenmeden öğretemeyeceği bilinci, yıllar
içinde sevmeden, sevilmeden bir dersin öğrenilemeyeceği gerçeğini de
kazımıştı zihnine. Hem kendini donatmak için araştırma ve yüksek lisans
çalışmalarına devam etmiş, hem de öğrencileriyle olan diyaloğunu hep olumlu,
sevecen ve bilgi dolu tutmuştu o yüzden. Öğretmenliğinin ilk iki yılını
İstanbul’un küçük bir balıkçı nahiyesinde geçirdi İmge Öğretmen. Öğrencileri
hayatta en değerli varlıkları olmuştu ailesinden sonra. Günleri onlarla geçerken,
geceleri de onlar için ilginç etkinlik örnekleri bulmakla geçerdi.
Daha önce babasıyla gitmiş olduğu doğudaki 3100 nüfuslu kazaya, eş
durumundan tayini çıkınca yörenin çilekeş insanı ve zorlu yaşam koşullarıyla
bir kez daha yüzleşmişti. Bu kez yaşam onun için daha da zordu. 40 günlük
götürdüğü bebeği, o zamanın bakıcı yokluğu, iklimin sertliği nedenleriyle
Ege’deki anneanne ve dedenin yanına gönderilmiş, hayatta tutunacağı tek dalı
öğrencileri kalmıştı, eşinden sonra. Haftada 54 saat derse giren var mıdır
bilmem ama o üç sene boyunca girmişti. İlk kez İngilizce öğretmeni gören lise
son sınıf öğrencilerinden tutun da İngilizceyi yeni öğrenecek olan orta bir
öğrencilerine kadar tüm sınıfların yabancı dil derslerine girmişti. Bunun
yanında ikili tedrisattaki okulun Türkçe, Beden Eğitimi ve hatta drama
derslerini de üstlenerek günlerini okul ve ev arasında geçirmiş, üstüne her
fırsatta 36 saat yolculuklarla bebesine gidip gelebilmişti. Görünce annesini
tanımayıp yabancılayan ve ağlayan, bir hafta sonra da kokusuna alışıp bırakmak
istemeyip yine ağlayan bebesine… Onlu ve onsuz derdini, ağlamalarını, tek
unuttuğu yer, sınıfları, öğrencileriydi ve başka çaresi de yoktu zaten. O
dönemin çalışan tüm memur eşlerinin yaptığını yapmak zorunda kalmış,
anneciğinin ellerine bırakmıştı tatlısını. Çaresiz şark görevi bitene kadar
katlanacaktı.
Oradaki öğrencilerinin yaşamında bundan dolayı çok ayrı bir yeri olmuştu,
İmge Öğretmenin. Onlarla gülüp ağlamış, kadına yüklenen ağır çalışma
koşullarına tanık olmuş, eksi 45 derecede sadece bir ceket ve çizme ile evinden
okula kadar öğrencileriyle sohbet ederek yürümüştü, servise binmek yerine. O
kadar çok şey öğrenmişti ki onlardan! Fare yeniği kulak ve burunlu öğrencileri
olmuştu örneğin. Onlara vebadan ve kendilerini nasıl sağlıklı
tutabileceklerinden bahsetmişti. Kurslara katılıp sertifika alacak kızlar için köy
gezilerine katılıp onları yakından tanıma olanağı bulmuştu. Sınıfta onlara bir
anne, bir abla olmaya çalışmıştı. Dili öğrenirken kültürünü de öğreneceklerini
düşünerek kendi hayallerinden, ülkenin başka illerindeki olay ve kişilerden
bahsetmişti onlara. Ya da İngilizce kitaplarında bahsedilen yabancı ülkelerin
farkından… Okul teröristler tarafından basılıp 450 mermi atıldığında paniğe
kapılmamış, yaralı öğrencilerin yarasını sarmış, bir yandan bebeğini bir kez
daha göremeyeceği endişesiyle daha çok sarılmıştı yanındaki öğrencilerine.
Onlara kendi mekânlarında mezuniyet törenleri yapma olanağı yaratmış,
öğrencilerini elinden gelince donatmaya çalışmıştı. Elbet ekilenlerin biçileceği
günler gelecekti.
Hasat zamanı ilk kez 2000 yılında kapısını çaldı. Tam 20 yıl sonra. Onu en çok
etkileyen olaylardan birini yaşadı meslek hayatının. Yıllar geçmiş, yüksek
lisans ve doktora çalışmaları sonuçlanmış, on yıl orta öğretim görevi sonunda
üniversitelerde çalışmaya başlamıştı İmge Öğretmen; genel deyişle İmge Hoca.
Bir vakıf üniversitesinin İngilizce bölüm başkanlığını yapıyor, dekanlıkta çok
işi oluyordu o nedenle. Yine öyle bir gün, arkasından bir ses duydu:
-İmge Öğretmenim? Siz İmge Öğretmen misiniz?
Arkasına döndü. Hoca yerine öğretmen denmesi yıllar öncesinin sinyallerini
vermişti kendisine. “Evet benim”, dedi aceleyle karşısındaki orta yaşlı beye.
Saçları kırlaşmış, orta boylu, kilolu, esmer beyefendi yanında güzel bir genç
kızla duruyordu. Tekrar sordu o bey: “Siz … kazasında İngilizce öğretmenliği
yapmış olan İmge Öğretmen misiniz?”. Evet diye yanıtladı yüzünde soru
işaretleriyle. “Ben”, dedi beyefendi, “Sizin öğrenciniz Mustafa, Mustafa
Güngör. Siz lisede bizim İngilizce dersimize girmiştiniz. Biz sizi hiç
unutmadık. Çocuklarımıza bile hep sizi anlattık. Şimdi kızımı getirdim
fakülteye kayıt yaptırmak için. Hiç değişmemişsiniz öğretmenim. Siz de burada
mısınız?”. “Evet”, dedi yüzünde kocaman bir gülümsemeyle “Ben muhtemelen
senin kızının da öğretmeni olacağım, ne gurur verici!”. Önce beyefendiye,
ardından güzel kızına sarıldı. Sanki yüreği renk renk çiçeklerle donanmış,
gökyüzünde uçuyordu. Onları hemen odasına davet etti, ikramda bulundu ve
kısıtlı zaman nedeniyle iletişim bilgilerini alıp kayda yönlendirdi, bir daha
görüşmek üzere.
Sonra, oturdu koltuğuna. Başladı düşünmeye. Yüzünde kocaman bir
gülümseme, vicdanında kuş gibi bir hafiflik ve öğrencisinin kendisine
gösterdiği sıcacık yakınlıktan dolayı tüm yorgunluğunu unutmuş olarak o
yıllara daldı. Ömrü boyunca öğrencileri için çalışmıştı. Onları çok sevmişti.
Çalışmayı da. Hatta yıllarca canı, cananı olan tek yavrusunun, öğrencilerini ona
tercih ettiği konusundaki sitemlerine de göğüs germek zorunda kalmıştı.
“Kimse içinde yaşanan koşulların insanı neleri yapmaya zorladığını bilmiyor”
diye düşündü bir an. O zamanın koşullara uygun olarak, elinden gelenin en
iyisini yapmaya çalışmıştı. Kararları ailenin ortak kararlarıydı üstelik. Her şeye
karşın güler yüzlü, sevecen, anlayışlı ve her daim kapısı açık bir öğretmen
olmaya çalışmış, öğretmen yetiştirdiği sonraki 31 sene boyunca da öğretmen
adaylarına güler yüzün semeresini vereceğinden ve eğitim hasatının en önemli
hasat olduğundan söz etmişti.
Bir ülkenin belkemiğiydi eğitim; beyni de öğretmen. O üniversiteden sonra 17
yıl daha çalıştı İmge Hoca ve sonra günün birinde ders vermeyi bırakıverdi. Zor
yılların ardından hasada ara vermek gerekiyordu bedeninin sesine uyarak; o da
öyle yapmıştı.
Zamanı gelince yeni uğraşlar ve çok yeni hasatlar olacaktı yaşamında belki
de…