• Biz sizi Karakalem roman serisiyle tanıdık.  “Kara Kalem ve Bir Delikanlının Tuhaf Hikayesi” ve “Kara Kalem Kayıpbey Efsanesi” tarihimizden, efsanelerimizden beslenmiş, fantastik unsurlarla, tılsımlarla bezenmiş romanlar.  “Tövbe” ise sessiz bir çoğunluğun çığlığı olmuş, son derece gerçekçi bir roman. Bu geçiş nasıl oldu? 

Fantastik, klasik, ütopik, büyülü gerçeklik ya da yeraltı edebiyatı… ben aslen edebiyat türlerine değil hikâyenin beni sürüklediği yere çekiliyorum. Sadece tek bir türde yazmak benim için olanaksız, galiba. Maymun iştahlı bir hikâyeciyim ben. Aslen anlatmak istediğim hikâye… gerisi teferruat. Ve o hikâyeye hangi anlatım dili yakışıyorsa kalemim o yolculuğa çıkıyor. Tövbe’nin kahramanlarının yaşadığımız çağa, yaşanan hayata isyanı vardı. Dolayısıyla kalem başka bir yola saptı. 

  • Tecavüz, şiddet, ensest gibi ağırlığını taşıması çok güç olan dile getirmekte bile zorlanılan konuları üç kadının kendi ağızlarından “ben” diliyle bir arada anlatıyorsunuz. Okuru bir kere değil birçok kez tokatlıyorsunuz. Kitabınızı bitirdiğimde ben dayak yemişten beter olmuştum peki siz nasıl yazdınız? Tüm roman boyunca bu duygusal yükü nasıl taşıyabildiniz?

Eminim her yazar karakterlerine bağlanıyor, yazım süresince onlarla yaşıyor. Ben bu romanda Azra oldum, Tomris oldum, Ümit oldum. Açıkçası hiç utanmadan söyleyeceğim “yazarken çok ağladım”. Romanın bazı satırlarında gözyaşı izi var. Kimi bölümleri yazdıktan sonra kendimi dışarı atıp saatlerce yürüdüm. 

  • Roman, Ockham’ın Usturası gibi felsefeden, Kassandra’nın Çığlığı gibi Mitololoji’den, Octavia’nın Sandığı gibi toplumsal olaylardan alıntılarla ve ayetlerle, dizelerle derinleştirilip zenginleştirilmiş.  Çok yoğun araştırmalar sonucu eserin ortaya çıktığı her satırda hissediliyor. “Tövbe”yi ne kadar sürede, nasıl yazdınız? 

Romanın kısa bir bölümü 2004 yılında yazılmıştı. O zaman hayatımı yazarak idame ettireceğimi bile bilmiyordum. Yazdığımı kenara attım, unuttum, gitti. Geçen sene bu karakterleri yazma isteğiyle tutuştum, hikâyenin iskeletini kurdum ve yedi ayda tamamladım.

  • “Tövbe”yi yazarken şiddeti, tecavüzü, ensesti yaşayan kadınları kırsaldan, göç alan bölgelerden ya da topluma uyum sağlayamamış gelir düzeyi düşük kesimlerden yaratabilirdiniz, üç kadın kahramanı da şehirli, varlıklı, eğitimli yaratarak “Tövbe”de özellikle neyi vurgulamak istediniz? 

Türkiye’de ve dünyada kadına şiddet haberleri o kadar çoğaldı ki, internet haberciliği vesilesiyle tecavüz haberleri bizleri öylesine kahrediyordu ki… yazmazsam çıldıracağımı hissettiğim. İşte o günlerde bir şey dikkatimi çekti. Medya, sanki ensest, taciz ve tecavüz sadece gelir düzeyi düşük, eğitim düzeyi düşük ailelerde yaşanıyormuş gibi aktarıyordu. Oysa şiddet ve taciz; eğitimli, eğitimsiz, zengin, fakir, kadın, erkek ayırmaz. Toplumun her katmanındaki her insan tecavüze uğrar, eğitimli ailelerde de ensest yaşanır. Bunu anlatmak istedim.

  • Felsefe okumuş Azra, hastası Azra’yla birlikte kendi travmasıyla yüzleşen akademisyen Tomris, deniz trafik operatörü Ümit, romanın üç kahramanı da üniversite mezunu olmasına rağmen baskıya, tacize uğramaktan kurtulamıyor. Peki, bu felaketler nasıl önlenir, insan nasıl daha iyi insan olur?  

Toplumsal farkındalık yaratarak, suçluyu ifşa ederek, örtmeyerek ve eğitimle. Elbette, bu çok uzun ve meşakkatli bir süreç. Çocukları bilinçlendirerek, anne babaları eğiterek, utandıkları için yardım talep edemeyenlerin üzerindeki toplumsal baskıyı kaldırarak. Bir seferberlik başlatarak!

  • Romanda kadına şiddet dışında toplumsal normlara uymayana da şiddeti vurguluyorsunuz. Ümit’in abisinin babasından ve mahallelisinden gördüğü şiddet. Bu kabullenememe, bizden olmayanı ötekileştirme ve düşman yaratma politik mi, toplumsal mı, yaratılan mı yoksa insan doğası mı? Şiddet konusunda ne düşünüyorsunuz?

Şiddet bir dürtü, insan DNA’sına kayıtlı bir “korku tepkisi”. Şiddet uygulayan insanların bilinçaltında binlerce yıllık korku kayıtları var. Şiddetin harekete geçmesini yani eyleme dönüşmesini engellemenin tek yolu sosyolojik, psikolojik eğitim, maalesef. Hem aile içi eğitim hem akademik eğitim.

  • Tekrar Kara Kalem serisine dönersek, Kara Kalem nasıl ilk Türk Netflix dizisi oldu? Birileri eserlerinizi mi keşfetti, yoksa tamamen sizin uğraşınız, çabanız sayesinde mi oldu? Roman ve dizi arasında çok farklılıklar var. Senaryo ekibinde yer almayı düşünmediniz mi?

Karakalem roman serisinin birinci kitabının öyküsü 2000’li yılların başında bir film senaryosu olarak yazmıştık. Adı Tılsımlı Gömlek olan senaryoyu ben ve iki senarist beraber kaleme almıştık. O zamanlar benim bir TV prodüksiyon şirketim vardı. Bütün kanallara gittim, Tılsımlı Gömlek projesini satmaya, dizi ya da film yapmaya çalıştım ama… beceremedim. O hikâyeyi öyle çok sevdim ki, 2015 yılında roman olarak genişlettim, baştan yazdım. Ardından Netflix ile ilişkileri olan bir arkadaşım romanımı okudu ve Netflix’e sundu. Sonrası çığ gibi gelişti, büyüdü, dünyada 10 milyon hane Muhafız’ı izledi. Netflix uluslararası bir platform olduğu için romanımdaki bazı detayları çıkarıp, değiştireceklerini biliyordum. Buna rağmen kabul ettim. İlk Türk Netflix dizisinin benim romanımdan yapılacağı fikri beni çok cezbetti herhalde, gururlandırdı. Senaryo ekibinde roman yazarının olması bu değişiklikleri yapmalarına engel olurdu, o yüzden ben uzak durdum.  

  • Bundan sonra bizleri neler bekliyor? Gelecek projeleriniz neler?

Şu anda Karakalem serisinin son kitabını yazıyorum.  Bu seriyi tamamlamak okuyucularıma karşı görevim. Ama yazmak istediğim epik bir hikâye daha var, bir yandan da onu çalışıyorum.

  • Bize zaman ayırdığınız için çok teşekkürler.

Ben teşekkür ederim bu güzel söyleşi için. 

Nurdan Atay – Yurdagül Şahin