Şeyda Öztürk editörlüğünde çıkan üç aylık düşünce dergisi cogito’nun 2018 bahar sayısında, “Bugünün Distopyası” başlığı altında distopyayı farklı açılardan inceleyen sekiz makale yer alıyor.
İlk makalenin yazarı Aslı Çalıkivik, siyasi geleceğin militarize edildiği dünyada egemenin kendi gücünü nasıl yeniden ürettiğine bakıyor. “Distopya: Egemenin Ütopyası” adını taşıyan makalede yazara göre, gücü elinde bulunduran ERK, onu kullanmak ve korumak ister. Kendine güvenli bir ortam yaratır. Gerekli hazırlıkları yapar. Kuracağı ideal toplum için bir ütopya belirler. Toplum ERK’i sorgulamayacak ve itaat edecektir. Zorunlu uzlaşma ve uyum şarttır. Kapalı bir sistem oluşur. Birey bu sistemde acı çekmek istemiyorsa önünde iki yol vardır: Ya uyum sağlayıp onunla bütünleşecek, ya da giderek baskıcı olan sistemden kurtulmanın yollarını arayacaktır. Çünkü sistem sahibinin ütopyası, toplumun distopyası olacaktır.
“Bir Reklam Arası: Distopya” adını taşıyan ikinci makalenin yazarı, Onur Ağkaya. Yazar, bilim kurgu edebiyatında ilk distopyanın Biz (Zamyatin, 1924) en yeni tarihlisinin de Gelecek Bilim Kongresi (Lem,1971) olduğunu, arada başka eserlerin de yazıldığını (en tanınmışı: 1984, Orwel) saptıyor. ERK toplumla ilişki kurar. Ancak bazı dayatmalar yapar: Özgürlük vardır, fakat sanaldır, düşünmek gereksizdir (çünkü bir düşünen vardır), belirlenen kurallara uyulması yeter (böylece özgür olunur?!). ERK bilginin güç olduğunu bildiği için toplumun bilgiye ulaşmasını engeller. Kimse bilgiyle donatılmaz. Bilgi, düşünen beyin demektir. Düşünen beyin devrim yaparsa bu ERK’in sonu olur. ERK’i elinde bulunduranlar uyumlu bir toplum sağlamak için, zevk nesneleri, ilaçlar, gerekirse beyin ameliyatları, ağır çalışma koşulları, uzayan soruşturmalar, tutuklamalar, hapishane, işkence ve en sonunda sistem dışına çıkarma (yani ölüm) gibi önlemler alır. Barthes, modern distopyanın reklâmla başladığını belirtir. Böylece tüketici köleler yaratılır.
Elifsu Tanyeri’nin “Stiegler Düşüncesinde Birlikte Yaşamın Krizi: Distopya, Robotlar ve Farmakolojik Teknoloji” adını taşıyan üçüncü makalede, günümüz toplumu anlatılır. Artık çağımızda din, millet, ideoloji kavramlarının önemi kalmamıştır. Bilim ve teknolojiye güven yok olmuştur. Mutlu bir toplum yaratma ütopik fikri krize girmiştir. Günümüzde endüstriyel ilerleme ve kapitalizm distopyayı başlatmış her şey istatistiksel verilere, evet/hayır veya var/yok şekline indirgenmiştir. Motivasyon, umut, aidiyet, gelecek tasarımı ortadan kaybolmuş, mutsuz ve depresif bir toplum oluşmuştur. Tam ERK’in istediği gibi. Sistem, insan enerjisini tüketime, becerisini makinelere, anlam paylaşımını verilere yöneltir. İnsan sonuçta bilgisiz, idraksiz, ilgisiz, sorgulamayan, düşünemeyen, iletişim yoksunu birey haline gelir. Bir anlamda robot olur. İşte distopya! Yapılacak olansa, bilim ve teknolojiyi ehlileştirip (toplumla uyumlu, işleri kolaylaştırıcı olarak) insanın emrine vermek.
“Emel Şahinkaya Resimleri Ütopyadan Distopyaya” adındaki makalesinde Zeynep Direk, Emel Şahinkaya’nın tablolarından yola çıkar. Yazar, özellikle son tablodaki distopik durumlarda hukuk ve demokrasinin kaybolduğunu belirtir. İnsanın gerçeğe ulaşamayacağını anlatır. Örgütlenme, muhalefet ve eylem yok olur. Birey bunu fark ettiği anda eyleme geçmek için risk almaya hazırdır. Sonuçları ağır olabilir. Şiddet, tutuklanma, hapishane, işkence, hatta ölüm. Bunu ancak cesur bir insan yapabilir. Distopik sistemler, en iyimser açıdan bakıldığında dahi, öldürmese bile insanı yok sayar. Sisteme uyduğu sürece yaşama şansı verir. Lâkin bu durumda da birey insanlıktan çıkar.
“Biyopolitik Distopya: Yorgos Lanthimos Sinemasından “İnsan” Manzaraları” adındaki beşinci makalenin yazarı, Onur Kartal. Yazar, makalesine Thomas More’un 1516’da kaleme aldığı Ütopya adlı kitaba gönderme yaparak başlar. Tasarlanan toplumda ERK yoktur. İdeal toplumsallık vardır. Distopyada ise ERK vardır ve kişiye yaşamının her alanında kendini hissettirir. Denetimi elinde tutar. Konuya bu açıdan yaklaşan film yönetmeni Lantimos eserlerinde otoriteyi hem iç (EV), hem dış (İŞ YERİ) mekânda kurgular. Her iki mekânda da itaat ve disiplin ön plandadır. Bunu ALPLER filminde cezanın insanları hizaya getireceğini belirterek gösterir. Distopya bireye ölüm/yaşam seçenekleri arasında şantaj yapar. Ruhunu ve geleceğini elinden alır.
Aslı Daldal’ın “Taşra Üçlemesi’nden Kış Uykusu’na Nuri Bilge Ceylan’ın Dispotik Yolculuğu” adını taşıyan altıncı makale ise yönetmenin filmleri üzerinden distopyaya değinir. Kişi doğaya yabancılaşarak kendi distopyasını yaratır. Yaşam alanı boğucu hâle gelir. Karamsarlık artar, hüzün yoğunlaşır. Belirsizlik, iletişimsizlik, giderek bencillik ortaya çıkar. Birey fakında olmadan yarattığı distopik bir evrende yaşar.
“Kanal İstanbul: Ütopya mı, Distopya mı” adını taşıyan yedinci makalenin konusu, günümüzün distopyası olmaya aday bir mega projedir. Yazar Ece Ceylan Baba’ya göre, doğal bir su yolu olan İstanbul Boğazı vardır ama amacı taşımacılık değildir. Amaç farklıdır. Tüm ütopyalarda ideal bir tasarım söz konusudur. Ütopyayı yaratacak olan otorite, rasyonel bir düzen ve kusursuzluğu ön plana alır. Burada otorite önce eseri belirler, sonra çevresinde toplumu oluşturur. Erk’in güdümündeki otorite toplumla bir uzlaşı içine girmez. Sormaz ve danışmaz. Kafasındaki ideal planı uygular. Yapım aşamasında ya da daha sonra oluşabilecek sorunları göz ardı eder. Bu tür mega projeler topluma üç yücelik sunar: Teknolojik (en büyük, en yüksek, en uzun, en hızlı, en kullanışlı), siyasi (sağladığı itibarın seçimlerde oya dönüşme potansiyeli), estetik
(ihtişam, övünç, onun verdiği haz, turistik çekim merkezi). Kanal İstanbul için otorite iki resmi amaç bildirmiştir: Boğaz su yolu trafiğinin
rahatlatılması ve kanalın çevresine yeni bir şehir yapılması. Projenin ayrıca üç resmî olmayan amacı daha vardır: Ekonomik büyüme için lokomotif, yatırımcı için çekim merkezi, mega projeyle tarihe geçmek. Oysa bu proje yüzünden • Denizde ve karada ekosistem parçalanacak, • Karadeniz ile Marmara arasındaki deniz akıntıları bozulacak, • Tarım ve orman arazileri azalacak, • Kanaldan sızabilecek tuzlu suyla yer altı sularının özelliği bozulacak ve tarımsal sulama kötüleşerek alınacak olan ürün miktarı ve kalitesi olumsuz yönde etkilenecek, • Atık su sorunu çıkacak, • Yaban hayat korumasız kalacak, • Tarihi ve arkeolojik eserler tehlike altına girecek, • Montrö Anlaşması’yla güvence altına alınan Boğazlar trafiğinin statüsü değişeceğinden uluslararası sorunlara da yol açabilecektir. Sonuçta İstanbul büyük bir kırılma yaşayacak, ütopya birden distopyaya dönüşebilecektir. Özen Nergis Dolcerocca’nın yazdığı “Tekno-Distopyaların Cinsiyeti: Ovidius’tan Westworld’e İnsansonrası Yaratılış Mitleri” adını taşıyan sekizinci makalede bir Amerikan TV dizisindeki tekno-distopya ele alınmaktadır. Dizi, siborglar vasıtasıyla
kadın bedeninden ilerler. Kadın siborglar haz nesnesidir. Şiddete uğrarlar. İnsanlar arasında eşitlik yoktur. Yaratılan siborglar yaratanın emrini dinlemezse ne olacak? Ortaya çıkan tekno-distopya Asimov’un Robot Yasaları hatırlatılır. Dizide haksızlığa uğrayan kadın siborglar için izleyiciler (gerçek insanlar), endişe duyabilir ve onlarla empati kurabilir. Böylece kadını, (siborg dahi olsa) sadece haz nesnesi olarak
görmeyip etik ve felsefi yorumlar geliştirerek eril bakış açısını sorgulanabilir hâle getirebiliriz. Cogito’nun bahar sayısı mutlaka okunmalı. Böylece alacakaranlık, karanlığa dönüşmeden sorgulayabilir bilgi toplumu olup, dünyanın üzerine çökmekte olan distopyanın üstesinden gelme yollarına bakabiliriz.
—-
cogito, Üç Aylık Düşünce Dergisi, Bugünün Distopyası, sayı:90, Bahar 2018, Yapı Kredi
Yayınları, 256 sayfa