İnhisarlar idaresinden emekliyim. Padişahlık zamanında reji denirmiş. Şimdi tekel diyorlar. Yalnız yaşıyorum. Nadiren görüştüğüm uzak akrabalarım dışında kimsem yok. Gençliğimden beri satranç meraklısıyım. Beyazıt’ta, Üniversitenin karşısındaki Marmara kıraathanesinde pazar günleri oynardım. Bir iki turnuvaya katıldım, üçüncülükten yukarı çıkamadım. Zaten iddialı değildim. Bir gün yalnız yaşadığımı bilen arkadaşlar, ‘evde bir ses olsun, sıkılma’ diyerek beni Kanarya Sevenler Derneğine götürdüler. Bakamam dedimse de dinletemedim. Kuş almaya pek niyetim yoktu fakat… Aman Allah’ım o ne muhteşem sesler, yerinde duramayan, sürekli ötüşen kuşlar. Renk ahenk. Görünce kanım ısındı. Aniden karar verip ahşap bir kafes beğendim. Bir dişi bir erkek kanarya koyduk içine. Yemini, ilacını hediye ettiler. Bakım kılavuzu verdiler. ‘Kafesi tavana asmayın, baş hizasında güneş görmeyen aydınlık bir yere koyun’ dediler. Göz teması önemliymiş. ‘Onlarla konuşun. Sizi görsünler. Sesinizi algılasınlar. Daha güzel, neşeli öterler’.

 

Pek sevimli mahluklar. Birbirlerine o kadar saygılılar ki erkek yorulana kadar öttükten sonra dişisi ötmeye başlıyor. Aldığıma iyi ettim. Bunca yıldır sessiz sedasız yaşayan ben, sanki yeni bir hayata başladım. Havanın iyi olduğu akşamlar balkonda çay içerken kafesi balkon kapısının yanındaki sehpaya koyuyorum. Hem hava alıyorlar hem de güzel sesleriyle arkadaşlık ediyorlardı.

 

Kanaryalara Romeo ve Jüliyet adını verdim. Onlarla konuşurken isimlerini söylüyordum. Sesimi daha iyi duyabilmek için kafesin kenarına, bana doğru yaklaşıyorlardı.  Kimse bundan sonra kuş beyinli lafını ağzına almasın. Hayvanların zekasını anlayacak kadar zeki mi insanoğlu? Günlerim çok keyifli geçiyordu. Ta ki Jüliyet ölene kadar. Bir sabah kafesi temizlemek için hazırlık yapıyordum. Kuşlar tüneklerinde yoktu. Telaşla kafesi yaklaşınca Jüliyet’in yerde yattığını, Romeo’nun onun boynuna gagasıyla küçük dokunuşlar yaptığını gördüm. Gözlerim doldu. Sevginin hayvanlarda bile yüce bir duygu olduğunu anladım. Ya insanlar? Jüliyet’i avucuma aldım. Hâlâ sıcaktı. Yapacak bir şey yoktu. Jüliyet ölmüştü. Romeo sessizdi. Büyük üzüntü içinde olmalıydı. Jüliyet’i kâğıt peçeteye sarıp masanın üzerine koydum. Hareketsiz duran Romeo birden en üstteki tüneğe sıçradı. Masanın üzerinde hareketsiz yatan Jüliet’e doğru çırpınmaya başladı. Kanatları kafesin duvarlarına çarpıyor, tüyleri dökülüyordu. İçimdeki acı katmerlendi. ‘Niçin aldım bu kuşları’ diye söylenmeye başladım. Kafesi temizledim. Su ve yem koydum. Romeo çırpınmaya devam ediyordu. Jüliyet’i mutfağa götürdüm. Bahçedeki nar ağacının dibine gömecektim.

 

 

–  1  –

 

O sabah kahvaltı edemedim. Boğazıma kadar tokluk hissediyordum. Romeo da yem yemedi. Çırpınmaları öğleye doğru azalıp kesildi. Sonra kafesin zeminine inip bir süre Jüliyet’in yattığı yerde gezindi. Kokusunu, belki sıcaklığını arıyordu.  Eşini özlediği aşikâr. Bir canlı eşini kaybedince ne yapar? Derin bir boşluk, büyük bir yalnızlık ve üzüntü hisseder. Romeo bu gece yalnızdı. Jüliyet’e sokulamayacak, sıcaklığını hissedemeyecekti.  O gün hiçbir iş yapamadan kafesi gözlemeye başladım. Romeo akşama kadar yem yemedi. Bir iki kere su içti, o kadar. Benim de iştahım kaçmıştı. Romeo gibi sadece su içtim. Akşama kadar sakince tüneğinde duran Romeo, gün batıp ortalık kararmaya başlayınca deli gibi çırpınmaya, kendini kafesin duvarlarına vurmaya başladı. ‘Yavrum, dur ne olursun’ diye yalvardım. Nafile. Kendini helak ediyordu. Aman Allah’ım!  Küçücük canı buna dayanamaz diye ağlamaya başladım. Yaklaşık beş dakika süren bu cinnet hali Romeo’yu yordu. Kafesin zeminine uzandı. Hareketsiz kaldı. ‘Eyvah’ dedim. ‘Yoksa o da mı öldü’. Kafesin kapısını açtım. Avucuma aldım. Minicik kalbi deli gibi atıyordu. Göz yaşlarım sel oldu. ‘Allah’ım? Çok şükür ölmemiş’. Teselli edici bir iki şey söyledim. Gözleri kapalıydı. Göğsü hızla inip kalkıyordu. Bir süre avucumda tuttum. Hareket yoktu. Ama yaşıyordu. On dakika kadar sonra sakinleşti. Avucumdan yem verdim. Gagasıyla şöyle bir yokladı. Yemedi. Yavaşça kafesine koydum. Bir süre ayakta durdu. Sonra tüneğe sıçradı. Bir sevindim ki soramayın. Bir günde iki kayıp… Yok, buna dayanamazdım. Gece uyurken yatak odama alacaktım Romeo’yu.

 

 

Romeo, Jüliyet’i kaybettikten sonra durgunlaştı. Kafesin içinde hep aynı yerde tünüyordu. Yem yemesi eskisi gibi değildi. Adeta mateme girmiş, hareketleri azalmıştı. İnsanlar için yemeden içmeden kesildi derlerdi de inanmazdım. Hiç olur mu öyle şey derdim. Depresyon geçiriyordu bana göre. Derneğe telefon ettim. Evet, tahminim doğruymuş. Depresyon. ‘Onunla konuşun’ dediler. Halbuki ben acısına saygı olsun diye konuşmayı bırakmıştım. ‘Bir süre sonra normal yaşantısına döner’ diye ilave ettiler. Artık Romeo’ye diller dökmeye başladım. Hatta bir ara akşam yatma zamanı annemden öğrendiğim ninnileri söyledim. İnternetten baktım.  Eş kaybı depresyonun başta gelen nedeniymiş. Romeo’nun insandan ne farkı var? O da can taşıyor. Onun da duyguları var. Bu durum bir ay kadar sürdü. Ben konuştum, o dinledi. Ama bir daha ötmedi. Aslında eskisi gibi ötmedi. Arada bir yem yedi, su içti. Kendine geldi sayılır lakin eski canlılığı yoktu. Bazen kısık bir sesle kendi kendine konuşuyordu.

 

İyi havalarda akşam üzeri balkonda çay içerken kafesi yanıma, sehpanın üzerine koyardım. Neşeyle öterlerdi. Birlikte mutluyduk. İyi ki bu kuşları almışım dediğimi hatırlıyorum. Ama şimdi ev eski sessizliğine büründü. Romeo bir daha öter mi? Yoksa hayat boyu susar mı? Bilmiyorum. Onunla yine konuşuyorum. Beni dinliyor mu acaba? Hala yasta olmalı. Jüliyet öldükten sonra eskisi gibi hiç ötmedi. Havanın iyi olduğu akşamlar yine kafesini balkon kapısının yanındaki sehpaya koyuyorum. Sessizce bekliyor tüneğinde. Eşi varken çocuklar gibi hareketliydiler. Hüzünleniyorum onu böyle görünce.

 

–   2   –

 

Ilık sonbahar akşamlarından birinde balkonda çay içiyordum. Romeo yanımdaydı, hava kararmak üzereydi. Güneşin son ışıkları az sonra kaybolacaktı. Evin önünde sokak lambası olduğu için balkon aydınlıktı. Zaman nasıl geçti anlamadım. Hava iyice kararmıştı. Serinlik çıkmadan içeri girmeli diye düşünüyordum ki sokak lambası söndü. Balkon karanlığa gömüldü. Bazen sadece sokak lambalarının elektriği kesilir. Binalar yanar. Fakat sokaktaki bütün evler zifiri karanlıktı. Umumi bir kesinti vardı anlaşılan. Biraz bekledim. Gözüm karanlığa alıştıktan sonra çay tepsisini alıp dikkatli bir şekilde salona geçmek üzere ayağa kalktım. Adımı atmamla kendimi yerde bulmam bir oldu. Balkon kapısının eşiğine takılmıştım. Düşerken kafese çarptım. Kanat sesleri duydum. Elimdeki tepsi salona düşerken ayak bileğimde büyük bir acı hissettim. Nefesim kesildi adeta. Bir dakika kadar yüz üstü yattım. Cep telefonumun ışığını yaktım. Önce kafese baktım. Ahşap kafes kırılmıştı. Romeo yoktu. ‘Aman Allah’ım’ dedim. ‘Romeo kaçtı’. Salon karanlıktı. Telefonun ışığını salonda gezdirdim. Kuşu göremedim.

 

Düştüğüm yerden yavaşça kalktım. Kapının yanındaki koltuğa oturdum. Başımın dönmesi geçti. Telefonun ışığını tekrar kafese doğru tuttum. Kafes kırılmıştı, tel kapısı açıktı. Romeo yoktu. Ağrıyan ayağımın üstüne basmaya çalıştım. Hayır, basamıyorum. Elektrikler hâlâ kesikti. Kulak kabarttım. Kanat sesi yoktu. Bir yere tünedi veya sokağa kaçtı. Gözüm salonun karanlığına alışmıştı. Masanın, sandalyelerin gölgelerini hayal meyal seçmeye başladım. Terliklerim ayağımda değildi. Topallayarak da olsa mutfağa gidemezdim. Kırılan bardak ayağıma batabilirdi. Elektriklerin gelmesini bekleyecektim.

 

Başımı koltuğun arkalığına dayadım, gözlerimi kapadım. İçim geçmiş olmalı. Kulağıma mırıltıyı benzer sesler geliyordu. Elektrikler gelmişti. Kırık kafes, çay bardağı, tepsi salonun ortasında duruyordu. Etrafa göz attım. Romeo’yu göremedim. Ortalığı toplamalı, ama nasıl? Ağrıyan ayağıma dokundum. Bileğim şişmişti. Kulağımın dibinde o sesi yine duydum. Başımı çevirip baktığımda gördüm. Romeo koltuğun arkalığına tünemiş uyurken beni beklemişti. Sanki beni teselli ediyordu. Kısık sesiyle beni uyandırmaya çalışıyordu. ‘Geçmiş olsun. Daha dikkatli olmalısın, eskisi gibi genç değilsin’ diyordu. Uzanıp nazikçe avucuma aldım.  Kalbi deli gibi atıyordu. Benim için telaşlanmıştı. ‘Merak etme Romeo, bundan sonra daha dikkatli olurum. Üstelik sana daha geniş bir kafes alacağım’ diyerek gagasından öptüm.

 

x  x  x  x  x  x  x  x  x  x

 

 

 

 

– 3  –