Sonunda yerleştim. Zor oldu ama… Eeee ne de olsa şehirler arası. Evi bulması, çeki düzen vermesi, biraz da estetik kaygılar darken derin bir nefes alıp buradaki eski hayatımın tekrar tadını çıkarmaya başlayacak-ken… Yanımda getirdiğim beyaz yumuk yaratığı biraz ihmal etmiş olduğumun farkına varıp, acı acı miyavlamalarına bir son verme kararı aldım. Ona dışarıya çıkabilmesi için camda bir delik açmam gerekliydi. Bu benim için zor olmazdı tabi. İşin eğitimini almışım. Ama hanımefendinin tercih ettiği çıkış şeklini anlayabilmek için onu biraz izlemem ve deliği ona göre yerleştirmem gerekliydi. İki yönlü bir kedi kapısı buldum. Özenle yerleştirdim. İstediği zaman girer, istediği zaman çıkar, dışarılarda dolaşıp acıkınca gelir, uyumak istediği zaman minderi şu köşede, diğer konfor ayarlarını da zaman içinde oturturuz. Ne de olsa farklı bir ev. Yadırgayacak. Her zamanki gibi sağda solda dolaşacak, her deliğe girecek, koklayacak, zamanla buradaki yeni olan her şeyi ve hatta kendi bölgesini sahiplenecek, bana da onu izlemesi ve içimden gülmesi kalacak.
Deliğe alıştı. Delik biraz yukarıda kalmıştı ama, usulca önüne gelip önce bakıyor, ön ayakları üzerinde dikilip hesaplamalarını yapıyor, sonra bir hamlede kapağı buluyor ve hop, dışarı. Önce bahçenin ve sokağın kedileri onu yadırgadılar. O da onları. Ama bir süre sonra kuşlar, böcekler, kemirebileceği çimenler de ona cazip gelmeye başladığı için, daha uzun zaman geçirmeye başladı dışarda. Eve girip, mamasını yiyip, suyunu içip, minderine kıvrılıp uyuyor, tırmık meselelerini de dışarıda hallettiği için eşyalarım sağlam kalmış oluyordu. Dışarıya çıkmam gerektiği zaman da onu oyalayacak çok şey olduğu için gözüm arkada kalmıyordu. Fakat bu yeni mutlu yaşamında biraz obur olduğunu düşünmeye başlamıştım. Nedense kilo da almıyordu ama…
Bir gün, eve geldiğimde farklı bir misafirle karşılaştım. Bizim yumuğun mamalarını yemekle meşgul bir kara kedi. Kapkara, biraz zayıf, sarı-yeşil gözleri olan, kuyruğuna dikenler bulaşmış bir kedicik. O kadar büyük iştahla yiyordu ki, önce beni fark etmedi. Sonra görür görmez panikledi, kaçmaya çalıştı, ama çift yönlü kapıya tosladı. İkimiz de şaşkındık. Bir an önce çıkıp gitmesi için hareketsiz kaldım ama o deliği tutturamayınca farklı bir çıkış yolu bulmaya çalışıyor ve kapana kısılmış gibi koşturuyordu. Üzüldüm, yavaşça ve nazikçe konuştum. “Korkma, bir şey yapmam, hadi geldiğin gibi kibarca git”. Zavallıcık bir köşeye sindi, kötü bir şey yaptığını bilir gibi utanarak gözlerime baktı ve sessizce dondu kaldı. Utanma duygusunun hayvanlarda da olduğunu bilmezdim. İçim parçalandı. Yavaşça sokak kapısını açtım, hemen kaçtı gitti. Aç bir kediydi. Alt tarafı kedi mamasıydı yediği. Ama girmemesi gereken bir yere girdiğini, kendine ait olmayan bir kaptan, kendine verilmemiş bir mamayı yediğini biliyor ve kaçmak istiyor, kaçamayınca saklanıyordu. Konuşamayan, gücü yetmeyen, dışarıda karnını doyuramamış, çelimsiz bir yavrucuk. Utanç içinde, derdini anlatamayan, aç olduğu için çalan bir yavrucuk.
Bizimki birazdan damladı. Sanırım dışarıda yiyecek çiçek böcek gibi bir şeyler bulmuş, hoplayıp zıplamış, yorulmuştu. Şöyle bir paçalarıma sürünüp minderine gitti. Kördüğüm gibi kıvrılıp başını patilerinin arasına gömdü. Hemen uyudu. Ben de siyah kediyi aramaya dışarıya çıktım. Ona biraz mama vermeyi kafama koymuştum. Bahçede göremedim. Elime bir konserve mama aldım, etrafıma bakınarak yürümeye başladım. İşte oracıkta duruyordu. Çöplerin yanında. Beni görünce sırtını kabarttı, her an kaçmaya hazır, yüzüme baktı. Bu adam beni yine utandırmak için mi geldi diyor gibiydi.
“Gel oğlum” dedim, “kaçma”, bir adım yaklaştım, kaçacak gibi küçük bir hareket yaptı ama bana bakmaya devam ediyordu. Yavaşça elimi uzattım, henüz korkuyordu. Bir adım daha yaklaştım, başka genç kedilerin cilveli davranışından çok tekmelenmiş, korkutulmuş, sindirilmiş bir kedinin bakışıyla tetikte duruyordu. Çöpten uzakta bir duvar dibine doğru yaş mamayı açtım. Kokusuna dayanamazdı, gelirdi mutlaka. Bakışları biraz daha rahatladı. Mamayı yerdeki temiz bir köşeye boşalttım. Yakınlarda başka kedi de yoktu. Allahtan. Birkaç adım geri çekildim. Yavaşça geldi, büyük bir iştahla yaş mamayı götürmeye başladı. Arada da başını kaldırıp bana bakıyor, sonra yemeye devam ediyordu. Ben de yere çömelmiş, büyük bir keyifle izliyordum onu.
Mamayı yedikten sonra güzelce yalandı, geldiği gibi gitti. O günden sonra bizim eve hiç girmedi. Artık kara kediye de mama taşımaya başladım. Tüyleri parladı, bakışları değişti. Başını okşamama ve gıdısını sevmeme izin veriyordu. “Gel Kara” diyordum, koşa koşa geliyordu. Bizimkiyle hiç arkadaş olmadılar ama sanırım yumuk dışarda bir kedinin varlığını anlıyordu. Mama verip de eve döndüğümde pantolonumun paçalarına sürünmüyor, biraz uzak duruyor, kendini fazla sevdirmiyordu. Kıskanç yaratık.