Vakit gece yarısını çoktan geçmişti. Bu saatlerde herkes gibi ben de derin bir uykudaydım. Görevlinin gelişiyle uyandım. Tepemde sisten bir siluet halindeydi görevli.“Haydi, kalk gidiyoruz, vakit tamam.” diyordu.Oan içimin aktığını, damarlarımdaki kanın çekildiğini hissettim. Bilinmezliğin ve hiçliğin korkusunu yaşadım. Önce yakınlarım ve hayatım sinema şeridi gibi aktı gözlerimin önünden.Sonrasında, dostlar sökün etti birer ikişer. Hepsi birbirinde çoğalarak, görevliyle aramda geçit vermez bir dağ oldu. Bunu aşıp da nasıl teslim olacaktım görevliye?Her şeyin sonuydu. Doğan gün artık olmayacaktı. Lacivert gökyüzündeki sırma yıldızlar da öyle. Denizlerini, ormanlarını, karlı dağlarını bir daha asla göremeyecektim bu güzel gezegenin. Meyus talihimle yüz yüzeydim. Taşıyamadığım başım göğsümün üzerine düşmüştü.
Bu halimi gören Görevli, “Merak etme, gideceğimiz yer bu dünyadan daha kötü değil.” dedi. Fakat sevgiler, sevgililer ne olacak diye geçiyordu ki içimden görevli, yüreğimi okumuşçasına, “endişelenme, gideceğin yerde gerçek sevgiyi yaşayacaksın ve sevgi konusunda ne kadar samimi olduğunu kavrayacaksın.” Peki, eş dost diye sormaya fırsat bırakmadan, “Onlardan ikisi, bu gece seninle birlikte geliyor, Kimler demeye kalmadı, “Fethi ile Naci,seninle birlikte onları da alıp götüreceğim.” dedi. İç acısıyla sarsıldım. Onlar için de endişelenmeye başladım. Sonrasında biraz rahatladım. Hiç olmazsa gidilecek yerde yalnız olmayacaktım.
BirandaFethi’nin yanında olduk. Yatağında yalnızdı ve hülyalar içinde uyuyordu. Testosteron salgılaması sorunu yaşıyordu. Bu konuda doktorlara gidiyor, dışarıdan kutular dolusu ilâçlar getirtiyordu. Geceleri de hayaller kuruyordu. Bu gece de onlardan biriydi. Görevli onun bu haline bıyık altından gülerek yaklaştı ve “Kalk” dedi. Fethi afallayarak yatağında doğruldu. Görevliyle birlikte sis halindeki siluetlerimizi görüncetüm varlığı, Azrail’i görmüş gibi zangırdadı. Ardından,“Daha gencim, sağlığım sıhhatim yerinde, yaşamı da çok seviyorum” demeye başladı.Görevli gayet kayıtsızdı. Bu kez benden medet umarak gözlerini bana doğrulttu.
“Selim, Gerçek mi bütün bunlar?”
“Ne söylenir ki Fethi? Emir büyük yerden. Ben de Naci de senden farklı değiliz.”
“Naci de mi var bu işin içinde? Bütün bunlar mutlaka onun fırlamalığıdır, inanmıyorum.”
“Fethi kendine gel oğlum, bu işin şakası olur mu? Bak ne haldeyiz; cesedini yatakta görmüyor musun? diyerek, onu sakinleştirmeye çalıştım. Fethi bir anda yataktaki kıvrılmış cesedini görünce tükendi. Ruhu, tsunamiye tutulmuş deryalar gibiydi.”
Görevli, sessizliğini bozarak; “Bu ne korku, bu ne hüzün? Sizden fazladan bir şey istemiyoruzki, sadece emanetialmaya geldik. Boş yere yaratıldığınızı, döndürülmeyeceğinizi mi sandınız?” Fethi, görevliyi cevaplamadan edemedi; “Neden verdiniz, neden alıyorsunuz, sizden bir şey isteyen mi oldu? Bu saate kadar hiçbir şey anlamış değilim, keşke vermemiş olsaydınız.”Görevli, Fethi’nin cehaletine vermiş olmalı ki, konuşmayı sürdürmedi. Ancak bizi önüne katarak bir anda Naci’nin evinde olduk.
Naci’nin odasındaki ışık yanıyordu. Tuvalette bulduk kendisini. Bu gece beşinci uyanışıydı; prostattan muzdaripti. Bitmeyen, boşalmayan bir sidik belâsıyla boğuşuyordu. Karşısında bizleri görünce sanki malûmuymuş gibi hiç de telaşlanmadı. Görevliyle göz göze gelir gelmez elini uzatarak, “Hoş geldiniz” dedi. Cesedini tuvalette bırakarakaramıza katıldı.Ancak, karısı ve kızının sevgisi bir yangı olmuş, ruhunun derinliklerinde tarifsiz bir acıya dönüşmüştü. Fetih Naci’nin bu soğukkanlı tutumu karşısında, Naci’nin yanına seğirtip, koluna girerek, “Naci ne olur doğruyu söyle, şaka mı yoksa bütün bunlar?Yarın Bodrum’a gitmem gerek” dedi. Naci, gayet ciddi bir tavırla; “Görmedin mi görevlinin bana nasıl davrandığını? Arkadaşım olur kendisi, âlemleri şöyle bir turlayıp geri döneceğiz. Merak etme, seni dönüşte Bodrum’a bırakırız” dedi. Naci’nin bu esprisine görevli dâhil hepimiz gülerken, Fethi’nin suratı kulaklarına kadar gerildi. “Assittir lan!”
Günün ilk saatlerinde evlerimizdeki yerlerimizi hüzün ve gözyaşlarıalmıştı. Menzilimize yol alırken, aşağıdaki manzaraya dönüp dönüp bakarak sonumuza biz de gözyaşı döküyorduk ki Görevlinin sözleriyle irkilip, kendimize geldik. “Kimin canını almaya kalksam herkes son diye tutturuyor.‘Son’ diye bir şey yoktur. Her son yeni bir başlangıçtır.” dedi.Kafamız karışmıştı. Birbirimizin yüzüne baktık. Ama bu bir başlangıçsademek ki daha yaşayacaktık. Dünyadaki gibi umudun iplerine tutunmuştuk. Umut, sonsuz gibi bir şeydi, belki de hep bizimle olacaktı. Üçümüzde iç hesaplaşması yapıyorduk Birbirimizi daha çok sever olmuş, birbirimize adeta kenetlenmiştik. Yüreklerimizden çıkıp bütün varlığımıza yayılan sıcacık bir duygu bizi sarmalıyor, sevdiklerimizi yanımızda tutuyordu. O sevgi ki bizlerle birlikte buralara kadar gelmişti. Sevginin olduğu yerde korku olmazdı, bu yüzden pek korkmuyorduk. Her şey geride kalmıştı; malımız, mülkümüz, kariyerlerimiz bir hiç olmuştu. Tutkularımız, öcümüz, kinlerimiz de öyle. Yanımızda sadece sevgi, bir de umut vardı;sevgiyi yaşıyor, umuda sarılıyorduk.
Görevli; bizi, boyu arşa dayanan ulu bir kapının önüne getirip bıraktı; “Burası Araf, birazdan sizi içeri alacaklar.” dedi ve kırık bir tebessümle yüzümüze bakarak, yukarılara yükseldi. Sonsuz bir beyazlıkta, sisten siluetlerimizin içinde sadece bilinçten ibarettik.Bir anda Fethi’nin, “işte buradayız, Cennet nerede, söyledikleri huriler, kılmanlar, ne Cehennemde? diyen isyanını duyduk. Fethi dünyadaki hayatını arıyordu. Naci’nin yüreğinde karısı ve kızının özlemi gittikçe bastırıyordu Bir de insanları düşünüyordu; Şirket likidite sıkıntısı içindeydi, bu ayki maaşları çalışanlara nasıl ödenecekti? Naci, Fethinin bu isyanı karşısında dayanamadı. “Birazdan kapı açılacak. Göreceksin Cenneti Cehennemi, Sırat köprüsünü geç de göreyim seni. Fethi’nin sesi biranda kesildi. Bense tevekkül içinde Büyük Şair’in dizelerini mırıldanıyordum.
“Geniş kanatları boşlukta simsiyah açılan
Ve arkasında güneş doğmayan büyük kapıdan
Geçince başlayacak bitmeyen sükûnlu gece.”