Cömert güneş bile hakkımdan gelemiyorsa, kim ne yapsın ki bana? Oysa güneş olmasa dünya durur di mi! Ha-ha-ha pek manidar oldu ayol! Ben olmasam dünya duracak yani! Ah-ah! Az yalancı değil bu ana-babalar! Ben kiiim, güneş kim? Kendini bile ışıtamayan bir Güneş, sahte, yalancı Güneş… Bak güneşe, yağmur çekilir çekilmez hemen kaptı meydanı, var gücüyle ışık saçıyor etrafa hem de hiç üşenmeden Kasım ortasında… Tatil deyip yan gelip yatıyor mu, hiç? İşinin başında. Sen! Sen ne yapıyorsun, peki? Pencereden aval aval bakıyorsun. Yorulmadın bu hayatta izleyici gibi yaşamaktan. Biraz kendin için yaşa kızım! Hadi kalk da bir şeyler yap! Hafta sonu ya, kendine oyna mesela, hep hastalara mı oynayacaksın? Kalk, giyin, at kendini parka. Ne üşeniyorsun? Yapraklardan süzülen damlacıklara öpücükler kondur mesela. Mesela, nasıl buharlaşıp karışıyorlar havaya, izle. Madem izleyicisin, izle ki sen de öyle buharlaşıp kayboluvermeyesin. Sonbahar yaprakları gibi yerlere düşmeyesin. Yoksa halin duman! Görmüyor musun o yapracıkları, topraklarına hasret hepsi; yer-gök taş, beton içinde. Kavuşamıyor ki garibanlar sevgiliye… Süpür süpür tıkılıyorlar bir kara torbaya, bildiğin çöp muamelesi… Kimin umuru yapraklar toprağa karışmış karışamamış. Hâlbuki en güzel gübre… Bize yapılan farklı sanki? Genç ülkeymişmiş! Hah, güleyim bari! Çöp muamelesi gören gençler ülkesi… Ülke değil genç öğütücüsü… Baş lafları: Herkes üniversiteye gitmek zorunda mıymış efendim? Açmayın lan o zaman o kadar apartman üniversitesi… Var-yok, insanları kaz gibi yolmayı biliyorsunuz. Şu hastaneyle okul sahipleri yok mu, valla kafaları hep aynı! Nasıl insan düdüklenir, üstlerine yok! Hayatları yalan dolan…
Heeeh, tamam ülkeyi de kurtardık pencere önünden, şimdi bu pijamalı kurtarışa bir bitki çayı yakışır, hani! Ay neydi o be, Gülten’in söylediği? Valeriın sanki? Hay ben sizin dilinize! Kedi otu diyemiyorlar! Zavallı kedicikler, insanlara yaranmak için daha ne hallere girecekler bakalım? Ah bi razı etsem şu salak Handan’ı, alacam koynuma hemen bi tane de… Aman efendim neymiş, alerjisi varmış. Hay senin alerjine! Yalan mı söylüyor lan bu dedim ama kız hastanelik oluyordu az kalsın! Hapşi hapşi! Neyse ki anlamadı benim getirdiğimi. Yalandan kim ölmüş, sızmış dedim sokak kapısından. Ah bi kendi başıma çıkabilsem bi eve, nohut oda bakla sofa… Nerdeee? Bu asgari ücretle, yarısı vergi zaten! Tabii memleketin yüzde ellisi asgari ücretle çalışınca, hangi enayi vazgeçer o gelir kaleminden? Kiralar desen tavan! Bak şimdi bi kedim olsa, şöyle yumuş yumuş, sıkıntımı alırdı bari! Adı bile hazır “Toprak” … Uğur getirir belki, ben de bulurum bir Toprak. Ne güzel olur di mi? Güneş ile Toprak… Vay be! Pek organik oldu! Organik de bize düşmez ki anam, rakım yüksek rakım! Düşse düşse beton düşer bize, biz hastane düşeslerine. Hastane düşesi mi?! Vaaayyy!!! Ne güzel buldun kız?! Kedi olalı bir ciğer tuttun hadi! Pek güzel oldu valla! Ha-ha-ha! Düş sever düşeslerimize de yakışır hani! Unutmayayım da kızlara söyleyeyim yarın, ne hostesi kızım, hastane düşesleriyiz biz, diye. Ay ölcem şimdi gülmekten, düşmeye gör emi! Neşem geldi vallahi!
He-he! Gül sen ağlanacak haline. Hadi bırak dalgayı da kıçını topla azıcık, madem bir adım atamıyon. Park mark hikâye, paralı yerler zaten hikâye! Yarına hazır ol bari. Malum tırnaklar ojesiz olmaya. Amma söylendin ha, sanki dünyada tek hastane kölesi sensin! Anladık yoruldun oynamaktan 16 pontluk kuleler üzerinde haftanın altı günü… Bir sağa bir sola, resepsiyondan hanzo doktor odalarına. Git gel, mekik doku. Üst baş desen sıkı fıkı! Neymiş efendim silimfit olacakmış. Etekler desen, döt tepesi. Ceket dönersen patlarım modeli! Gömleklerse aman efenim kar beyazı mutlaka. Reklam filmi çekiyoz sanki babasını sattığımının. Hele o fular denen meymenet yok mu, sinir oluyorum sinir! Ama kim takar beni? İllaki kırmızı… bi fosforumuz eksik. Çekilir dert değil yani, sabahın körü akşamın beşi… Haaa, bi de makyajsız çıkamazsın abi! Amanın! Hiç olacak şey mi? Sahne orası ayol. Şekspir oynuyor mübarekler! Aman efendim, hiç olur mu? Hastalarımızın morali bozulur sonra! Hiç ister miiiyiz? İstemeyiz tabiii! Ya benim moralim? Senin moralin mi, ha-ha-ha, kimin umuru kızım? Özel hastane orası, özel; para tuzağı… Nasıl çekecen o insanları oltaya? Sahne şaşalı olmalı, di mi?
O ne ya? Kapı mı çalıyor? Hay aksi! Kim ki bu saatte, pazar sabahı? Handan nöbette… Eeee??? Münasebetsiz yine çalıyor, bak! Of yaa! Git şimdi işin yoksa bi de kapıya bak! Bıkmışım zaten kapılardan, aç kapa, aç kapa…
Aaa, Handan ayol bu! Dur şunu bi korkutayım da aklı başına gelsin. Bakalım bi daha unutur mu anahtarını?!
“Miyauvvvv, mauvvv, miyav, mauvvvvv!”
“Güneş, Güneş nerdesin? Kedi kaçmış yine içeri? Hay Allah kahretsin, aller- hapşuuu, hapşuuu!”
“Ta-ta-taaam… Hapşırma kız yalandan, numara yaptım. Kedi mi açtı kapıyı sanki, salak!”
“Bi gün de doğru dürüst bi şaka yap be! Kaybol ortalıktan çabuk, arkadaşım geliyor. Hani parka gidecektin sen, yürüyüşe?”
“Ha-ha-ha! İyi ki gitmemişim. Nasıl girecektin o zaman içeri, kızım?”
“Neyse, neyse; kes şu cırlak sesini de kaybol hemen!”
“Çok geç şekerim! Bak arkaya!”
“Aaa, ne çabuk geldin hayatım, şanslısın, bulmuşsun hemen park yeri…”
“Evet, şanslıydım. Güneş çıkınca insanlar hemen kaçmış belli ki!”
“Aaaa, çok alındım şimdi! Niye kaçsın ki insanlar ben çıkınca? Öcü gibi bir halim mi var?”
“Efendim, anlayamadım?”
“Ev arkadaşım Güneş…”
“Haaa, affedersiniz, şimdi düştü jeton. Toprak, ben de…”
Handan, “Hössstt!” dercesine bakarken gözlerim mi şavkıyor; şanslı günümde miyim ne???