Amaan giy üstüne en güzel elbiselerini, sür sürüştür, tak takıştır, sal zihnine şöyle tumturaklı bir şarkı, evdekilere görünmeden at kendini sokaklara, gezdir gözlerini etrafta, bak bakayım kalıyor mu sıkıntının kırıntısı içinde…

Güzel havada atmış kendini herkes dışarı benim gibi. Şöyle sahile doğru yürümeli, derin derin nefes almalı. Öğlen güneşinin tadına varmalı. Ya, günlerdir görmüyorum yüzünü! Ne oldu, neler oldu bir bilsem. Ne güzel başlamıştı, ne güzel gidiyordu her şey.

Sen yıllarca her sabah okula giderken takip et, bir çift laf edebilmek için saatlerce yolumu gözle, hatta heyecandan karşımda konuşama, elini kolunu koyacak yer bulama, acındır kendini, ölüyorum, bitiyorum de, ikna et beni…

Amaan beynindeki şarkıya kulak ver:

Dünya dönüyor, sen ne dersen de
Yıllar geçiyor fark etmesen de

Of ya, neydi o yalvarmalar, haber göndermeler, bir dinlesin beni, diyeceklerim var, ikna olmazsa bir daha çıkmam yoluna demeler…

Değişmiş gördüm bu defa seni
Dertler yıpratmış o şen sesini

Deniz ne kadar durgun, martılarsa aksine, çığlık çığlığa… Şu çocuk düşecek şimdi, ne biçim kayıyor öyle! Bana kendini fark ettirmek için önümde boylu boyunca uzandığı günü hatırlıyor mu acaba? Okul dönüşü arkadaşlarla güle oynaya yürürken, pat diye düşüverdiydi ya ayağımızın altına, ben ve arkadaşlarımdan birinin ayağı takılmış, ne olduğunu anlayamadan üstüne yığılı vermiştik. Yine de konuşmamış, hasbinallaaaah deyip yolumuza gitmiştik, onu şaşkın suratıyla ardımızda bırakıp. Köşeyi dönünce de altımıza işeyene kadar gülmüştük.

Gülen gözlerin gülemez olmuş
O şen yüzüne çizgiler dolmuş

Düşünme diyorum sana kızım, dü-şün-me! Boşu boşuna yazıyorsun. Belki geçerli bir nedeni vardır. Hastadır mesela, çaresi yoktur hastalığının, söyleyemiyordur üzmemek için seni… Ya da ailesinde problemler vardır, ay belki anası istemiyordur, hep soğuktu zaten. Belki iş ciddiye binince korkmuştur evlilikten, olamaz mı? İşleri kötüdür, hatta batmıştır belki de sana söyleyemiyordur. Yok canım ya, kandırma kendini, söylenmeyecek şeyler mi bunlar. Aklıma getirmeyeyim diyorum ama yoksa bir başka ka… Kızım sakin ol, otur bir banka, yum gözlerini, güneşe emanet et kendini, hatta zihnine değil, dudaklarına tak şarkıyı, boş ver, deli desinler, ne olur?

Ne kadar oldu görüşmeyeli
Eski yaralar depreşmeyeli

Üniversiteye gitmeyi niye istiyorsun ki, sen benim karım, çocuklarımızın anası olacaksın. Yediğin önünde yemediğin ardında olacak diyordu. Müzik öğretmeni olmak istediğimi biliyordu, gitar çalmaya çalıştığımı da. “Evde ders alırsın çocuklarıma ve bana söylersin en güzel şarkılarını, çocuklarımızla bizzat sen ilgilenirsin.” dediğinde kulağıma ne hoş geliyordu, zaten ne dedi de “Hayır!” dedim ki? Gerçi içimden bir ses ara sıra dürtmüyor değildi, “Ne o, köle mi olacaksın bu adama, yıl bin dokuz yüz seksen altı, bu devirde laf mı yani, hem oku hem evlen ne olur ki?” diye, ama dinleyen kim? Hem evdekilerin de istediği bu değil miydi, bir an önce evlenip yerimi, yurdumu bilmem…

İstemeye geldikleri günkü heyecanı neydi? Bizimkiler şaşkına dönmüştü, “Helal kız sana, adam hem yakışıklı, hem sırılsıklam âşık, hem işi gücü iyi, ağzı da laf yapıyor, nerden buldun böylesini?” diye diye bir hal olmuşlardı. Tuzlu damat kahvesini bir yudumda içip, “Bir tane daha alabilir miyim?” diye boş fincanı uzatışı hâlâ gözümün önünde, kıyamayıp normal yapmıştım ikincisini. “Okuyacaksın da ne olacak, piyango çıkmış sana, ideal adamı bulmuşsun, hem de âşıksınız birbirinize, daha ne olsun?” demişti ailem. Şimdi de sorup duruyorlar “Neler oluyor, niçin düğünden hiç bahsetmiyorsunuz?” diye. Sahi ne oldu o büyük aşka? İki yıl sözlülük, sonra nişan, iki yıl askerlik, dönüşte adam buz!Nazar mııı, büyü müüü, bu ne Allah aşkına? Ya da yaşadığım her şey büyüydü de bir şey bozdu onu. Dur dur neydi, tumturaklı bir şarkı takıyordum zihnime değil mi?

Farkında mıydın nasıl da sana
Ben bir zamanlar boş ver aldırma

Evde çeyizleri koyacak yer kalmadı, ördüğüm dantellerden on kıza çeyiz çıkar. Oyalanayım diye sanat müziği korosuna yazıldım geçen yıl, iyi ki dinlememişim onu da ailemi de, patlayacağım yoksa sıkıntıdan. Daha yaşım ne başım ne, yirmili yaşlarda kendimi hapsettim bir hayalin içine, ne diye acaba?

Bi dakka, bi dakkaaa! Şu karşıdan gelen çifti gözüm bir yerden ısırıyor sanki! E, bu benimkii! De o yanındaki uzun saçlı güzel endamlı kız da kim? Kuzenine benzettim, hani şu Almanya’dan gelen. Evlerinde karşılaşmıştım ilk, sonra gezdirmelere başlamıştı, “Ne yapayım ilgilenmek lazım, misafir, annem ilgilenmemi istiyor.” diyordu. Evet onlar! Nişanlım ve kuzeni! Ne kıymetli akrabaymış, hafta içi, dükkânın en kalabalık saati, beyimiz beni aramaya vakit bulamıyor ama… İyice yaklaştılar, neredeyse parfüm kokum gidecek burunlarına, iyi ki süslenip püslenmişim; bakalım ne yapacaklar görünce? Olamaz! O nasıl bir öpüşmek öyle, birlikteliğimizin ilk günlerinde bile öyle tutkuyla öpüşmedik biz. Başka bir âlemde bunlar, bizim hiç gitmediğimiz bir diyarda, en azından bana yabancı… Değil beni, yanlarından geçen kimseyi görecek halleri yok ayol! Şu saatten sonra ne yapsam boş! Vay be! Bu kadar sıradan mıydı öykümüz? Oysa çok özel şeyler yaşadığımızı düşünüyordum.

Öyle davranıyordu ki ilk yıllar, sanki tacım vardı başımda. Benden güzeli yoktu, benden iyisi de… Kutsalıydım ben, özeliydim, ona aittim artık. Filancaların kızıydım, falancaların gelini olacaktım, attığım her adım önemliydi. Rolümü iyi oynarsam tacım hep başımda olacaktı yani. Eh elimden geleni ardıma koymadım ben de. Demek ki olmamış, kendimden vazgeçişim eksik kalmış. Peki, benim istediğim bu muydu? Geleceğe dair hayallerim; nohut oda bakla sofa bir evin mutfağı, yatak odası, semtin pazar yeri, baba evi ve falancagillerin evine düzenli ziyaretler, doğuracağım çocuklar, ara sıra çıkma ihtimalimiz olan seyahatlerden öteye gitmemişti ki hiç! İyi de bunlar kendi hayallerim değildi ki, onun bana hayal ettirdikleriydi. Benim onda gördüklerimse tamamen benim yakıştırmalarımmış meğerse!

Şimdi, çağırayım şu patenle kayan çocuğu, vereyim eline “ismi lazım değil” in ismi yazan şu yüzüğü! Dur, öyle olmaz, biraz afili olsun: Fularıma geçirip şöyle bi de düğüm atayım, haaah! “Al şu fuları, koş şu ilerdeki çifte yetiştir, bakayım.” Bulan abla: “Önümden geçerken düşürdüler, ‘kıymetsiz bir şeye benziyor ama hatırası vardır, belki’ dedi.” dersin!

Bitti işte, bu kadar! Şimdi, Ankara’ya giden trende İstanbul istikametinde oturmuş yolcu gibi arkanda bıraktıklarını seyrederek mi yaşayacaksın yoksa ileriye mi bakacaksın, ver kararını hemen!

Evet, senin hayal ettiklerini “kuzen” yaşayacak belli ki ama sen onların hayal edemediklerini yaşayacaksın. Oh be dünya varmış! “Ben” olmaya, hayatı dansa kaldırmaya gidiyorum artık! Kendi dansımla kendi müziğime eşlik edeceğim. Haydi, müzik başlasın!

Dünya dönüyor sen ne dersen de